Büyük beklentilerle Paris’e gelip istediği ortamı bulamayan kişilerdeki hayal kırıklığı ile ortaya çıkan ve özellikle Uzak Doğulu turistlerde görülen Paris Sendromu olarak bilinen psikolojik bir rahatsızlık var. İlk haftanın yağmuru, soğuğu, iptal edilen maçlar derken biz de az kalsın bu sendroma yakalanacaktık ki havanın bahara dönmesi ve programın akmaya başlaması ile turnuva havasına girebildik. Bu hafta oldukça hareketli ve sürprizli geçti. Kesinlikle teniste geleceğe dair önemli sonuçları ve göstergeleri olan özel bir Roland Garros yaşanıyor, şimdi tüm detaylara hep beraber göz atalım.
Öncelikle Paris’te gördük ki erkekler tenisindeki değişim hızlanarak devam edecek. Novak Djokovic dizindeki sakatlıktan dolayı çeyrek final maçından çekilmek zorunda kaldı, dizinde menisküs yırtığı olan Sırp oyuncunun yaz programı da tehlikeye girdi. Kadınlar tenisi özellikle Serena sonrası herkesin herkesi yenebildiği futbola; erkekler tenisi ise yaklaşık 20 yıldır Federer, Nadal ve Djokovic’in varlığı ile genellikle güçlünün kazandığı basketbola benziyordu.
Toprak zemin turnuvalarını Nadal kazanıyor, Wimbledon genellikle Federer’in oluyor ve sert zeminler ise daha çok Djokovic’in hakimiyetiyle geçiyordu. Bu şekilde turnuvaları parselleyen üç büyük oyuncunun arasına ancak zaman zaman Andy Murray ve Stan Wawrinka girebildi. Ardından önce Federer bıraktı, bu sene de Nadal emeklilik kararı aldı ve son olarak Djokovic bize Paris’te doğa kanunlarının önünde fazla durulamayacağını göstermiş oldu. Paris’te geçen sene katıldığım basın toplantısında “Yaşımdan daha genç göstersem de vücudum genç değil ve sakatlıklar daha geç iyileşiyor, elimden geldiği kadar üst seviyede tenis oynamaya çalışacağım” diyen Djokovic maalesef o doğal sınırlara yaklaşmış olabilir.
Roland Garros’un 2. en önemli sonucu ise erkekler tenisinin yeni rekabet seviyesini Sinner ve Alcaraz’ın belirleyecek olmasının tescillenmesi. Cuma günü yarı final oynayan iki oyuncunun mücadelesinden Alcaraz galip çıktı ama gelecekte bu ikili her turnuvada karşı karşıya gelecek gibi görünüyor. Sinner ise Djokovic’in çekilmesiyle yeni 1 numara oldu. Federer-Nadal rekabeti seviyesinde olmasa da bu iki oyuncunun önümüzdeki on yıla yön vereceğini söyleyebiliriz.
Alcaraz ile final oynayacak olan Zverev ise 2017’den bu yana kendisinden şampiyonluk beklenen bir isimdi. Ancak bir türlü gerçekleşmedi. Hele 2022’de Nadal’la oynadığı maçta yaşadığı sakatlık her şeyin sonu gibi görünüyordu. Ancak son bir senede forma girmeye başlayan Zverev’in ‘geri dönüş döngüsü’ Paris’te tamamlandı. 27 yaşının olgunluğunda iyi bir turnuva çıkaran Zverev bugün kariyerinin 2. grand slam finaline çıkacak. Kazanır kazanmaz orası bilinmez ama Alman oyuncu önümüzdeki dönemin belirleyici oyuncularından biri olacak.
Fransa Açık’ta kadınlarda harikalar diyarındayız… İki hafta boyunca güzel maçlar ve meydan okumalar izleme fırsatı bulduk. Iga Swiatek üst üste 3. finaline çıkarak 15 sene boyunca bu turnuvada en az yarı final oynayan Chris Evert yolunda ilerlerken, çeyrek final maçında 17 yaşındaki Mirra Andreeva dünya 2 numarası Aryna Sabalenka’ya kortu dar etti, İtalyan Jasmine Paolini ise kadınlarda üç büyükten biri olarak gösterilen Rybakina’nın nasıl yenileceğini canlı olarak herkese göstermiş oldu. Andreeva ve Paolini Roland Garros’un gizli kazananları olarak çoktan isimlerini tarihe yazdırdılar. Andreeva’yı özellikle genç oyuncuların farklı bir gözle takip etmeleri gerekiyor.
ŞAMPİYON SWIATEK
Yıldız raket üst üste 3., toplamda ise 4. kez Fransa Açık Tenis Turnuvası’nda mutlu sona ulaştı. Swiatek, final Paolini’yi yenerken fazla zorlanmazken setleri 6-2 ve 6-1’lik skorlarla kazandı.
Fransa Açık Tenis Turnuvası tek kadınlar finalinde bir numaralı seribaşı Iga Swiatek, Jasmine Paolini’yi 6-2 ve 6-1’lik setlerle 2-0 yenerek üst üste üçüncü, toplamda ise dördüncü kez Roland Garros şampiyonluğunu kazandı. Bu büyük turnuvada arka arkaya 21. maçını kazanan Swiatek bu şekilde müthiş bir istatistiğe de imza atmış oldu.
Aslında 2. turda Naomi Osaka, Iga’ya karşı nasıl oynanması gerektiğini göstermişti. İyi servis atarak, winner odaklı oynayarak ve biraz da risk alarak Swiatek’i şaşırtabilirsiniz ki Osaka tam olarak bunu yapmıştı.
Ancak tersini yaparsanız yani ortalama servislerle oynayıp sadece topu oyunda tutmaya çalışırsanız işte o zaman Swiatek sizi tamamen devre dışı bırakabilir. Paolini’nin de başına bu senaryo geldi. Bu senaryoda Swiatek, Paolini’nin hızını ve oyun gücünü de tamamen absorbe etmiş oldu.
Toplamda 5. grand slam şampiyonluğuna ulaşan Swiatek, tenise olan adanmışlığı, çalışkanlığı, disiplini ile yeteneğini birleştirerek ortaya çıkardığı oyun gücüyle günümüzün en önemli sporcularından birisi olduğunu bir kez daha ispatlamış oldu.
TUHAFLIKLAR
Bu sene Paris’e büyük ihtimalle son kez gelen Rafael Nadal kurada seri başı yapılmadı ve karşısına ilk turda en formda hali ile Zverev çıktı ve doğal olarak Nadal’ı eledi. Halbuki Nadal seri başı olsa daha kolay rakiplerle oynayıp 2-3 tur geçerdi ve herkes İspanyol oyuncuyu biraz daha fazla izleme fırsatı bularak daha mutlu olurdu.
Roland Garros’ta iki sene üst üste Nadal’la final oynayan, öncesinde iki de yarı finali bulunan, sakatlığından dolayı tenisi bırakma kararı alan ve bu sene son kez Paris’e gelen eski dünya 3 numarası Dominic Thiem, kariyerine hürmeten bile olsa wild card verilmeyip turnuvaya eleme turlarından başlatıldı ve elendi. Aynı şekilde sene sonunda emekli olacak Arjantinli sembol oyuncu, iki kez Paris’te çeyrek ve bir kez de yarı final oynayan Diego Schwartzman’a da wild card verilmedi, o da elemeleri geçemedi. Fransa’daki bu ve benzeri uygulamaları anlamak mümkün değil. Tenis severler eğer bu sene hangi oyunculara wild card verilip ana tablodan başlatıldığına bakabilirlerse, mantıksızlığı ve haksızlığı daha iyi anlayabilirler.
HARİKA MIRRA ANDREEVA
“Maçtan önce antrenörümle uygulayacağım taktikler üzerinde çalıştık ama maç başlayınca hepsini unuttum ve doğaçlama oynadım”, “Vuruşlar üzerinde çok düşünmedim sadece kortta boş gördüğüm yere topları gönderdim”, “Maç puanlarını servis kırma puanı gibi düşünüp oynuyorum, böylesi daha rahat oluyor”, “Turnuva öncesi biri bana yarı finale çıkacaksın dese inanmazdım, bence büyük sürpriz oldu”.
Bu sözler bu hafta çeyrek finalde kazandığı Sabalenka maçından sonraki basın toplantısında konuşan 17 yaşındaki Mirra Andreeva’ya ait. Yaşına göre çok olgun, rahat, kendisiyle ve tenisi ile dalga geçebilen ilginç bir karakter. Rus oyuncunun tenisinden ziyade karakteri ve tavırları ön plana çıkıyor ki zaten tenisi de bu karakterin peşine takılıp tura damgasını vuracak gibi görünüyor.
Genç oyuncu Paris’te ilk majör yarı finalini oynamış oldu. Andreeva’nın bundan sonraki hedefleri ve planları ne mi olacak, geçen sene Wimbledon’da bu konudan bahsetmişti: “Djokovic’in kaç grand slam şampiyonluğu var, 23, iyi o zaman demek ki benim 24 yapmam lazım.”
İTALYAN DAMGASI
Sadece tenis değil, tüm sporlarda İtalya’da ciddi bir gelişme var. Hatta son olimpiyatlarda atletizmde 100 metre gibi Jamaikalı ve Amerikalı atletlerle özdeşleşmiş ikonik bir yarışta bile şampiyon çıkarmayı başardılar.
Sporun her branşında fazlasıyla İtalyan görebilirsiniz. Bu sene Paris’te de İtalyan rüzgarı vardı. Teniste erkeklerde dünya 1 numarası artık bir İtalyan: Jannik Sinner. Kadınlarda İtalyan Jasmine Paolini sonuna kadar gitti. Aynı Paolini çift kadınlarda da Sara Errani ile birlikte mücadele edecek. Çift erkeklerde de İtalyan Bolelli ve Vavassori finale kaldı, bu şekilde orada da bir İtalyan takımı olacak.
Junior erkeklerde yarı finalinde yine bir İtalyan vardı, Lorenzo Carboni. Erkek ve kadın junior kategorilerinde de üst veya final turlarında mutlaka İtalyan sporcular bulunuyor. Bunların dışında İtalya’nın Roland Garros’ta Andrey Rublev’i eleyen Matteo Arnaldi, Djokovic’e 3. turda kaybeden Lorenzo Musetti, kadınlarda ise Haddad Maia’yı eleyen Elisabetta Cocciaretto gibi üst seviyelerde çok potansiyelli oyuncuları bulunuyor. Bu anlamda İtalyan spor sisteminin mutlaka yakından bakılması ve incelenmesi gerekiyor.